1 Ağustos 2012 Çarşamba

EDİTÖR'S


Psikoloji dediğiniz zaman her an herkesten bir şeyler duyabilirsiniz; size en az bir hastalık ismi söyleyip hemen onun tanı veya belirtilerini sayabilirler. Hatta bölümü söylediğinizde ilk hastan benim veya benim neyim var gibi cümleleri duymayan yoktur sanırım :).  Bize göre psikoloji her şeyin içinde var olan bir bilim dalıdır. Bu yüzden sizlere bu ay psikolojinin hastalık ve belirtileriyle birlikte diğer ele aldığı konuları içeren bir sayı hazırladık. Biz severek hazırladık umarım sizde severek okursunuz.     Keyifli okumalar.
                                      
                                                                                                                         Elif  Duruk'tan sevgilerle

İŞİTME ENGELLİLER



Her şey staj yaptığım klinikte 12 yaşındaki bir kızın büyüyünce ne olacaksın sorusuna Kulak Doktoru olacağım diye cevap vermesiyle başladı. Neden diye sorduğumda aldığım cevap 5 yaşındaki erkek kardeşinin duymasını istediği için istiyormuş. Bunun için doktor olmak istiyordu. Gerçekten o an düşündüm o kızı düşündüm, kardeşini düşündüm, ailesini düşündüm; neler hissettiklerini, hangi sorumlulukları üstelendiğini anlamaya çalıştım ama ne düşündüklerim ne de anlamaya çalıştıklarım bu durumu düzeltmeye yetmedi. Kimseyi değil kendimi sorguladım; onlar için neler yapılmalıydı. Sadece o çocuğun duyması için değil. 12 yaşındaki kız neden bu yükün altına girdi. Neden kendini bu kadar sorumlu hissediyor. Aslında ben bunu kaldıramadım. Hem çözüm arayarak hem de kabullenerek yaşamak bu yükü azaltırmıydı ki.. Sanırım cevabı evet idi. Desteklenmesi gereken bir abla bir aile ve bunu çözmesi gereken bizler vardı. Onlara başka insan olarak bakmaktan kendimizi alarak belki de bu konuda büyük bir adım atabilirdik. Bu bakışlardan ne zaman vazgeçeceğiz. Sorsak insanlara bakmaya dayanamıyorlar içleri gidiyor. Gitmesin efendim gitmesin için, çözüm bulamadığında için gitsin. Hatta otur sen kendi haline üzül diyesim geliyor bazen.. Belki de sırf sizin içiniz gidiyor diye bugün o kız kendini bu kadar sorumlu hissediyor. Anne-baba için zaten söyleyecek sözüm yok kocaman yürekleriyle evlatlarını her haliyle kabul ediyorlar; etmeyenlere de sözüm yok zaten. Bu konuda bildiğim ve hatta söyleyebileceğim tek şey biraz daha mücadele etmeliyiz. 

Bu konuda bana göre en büyük desteği gösterenlerden biri de Okan BAYÜLGEN diye düşünüyorum. Haftanın 5 günü program yapmakla birlikte bir de birbirinden güzel iki bayan ablamızı ekranda gayette büyük bir boyutta ve önemde yer verip; tüm programı işitme problemi olanlar için çevirmelerini destekliyor. Hatta kapanış programında Şebnem Ferah konserini çevirdiklerinde gerçekten o iki bayan ablamıza hayran kaldım diyebilirim. Hatta onlar orada o kadar güzel ve anlaşılır şekilde çeviri yapıyorlar ki ben bile birazcık öğrendim desem sanırım yanlış bir şey söylemiş olmam. Bu durum beni çokta mutlu etti çünkü öğrendiklerimi kendi kendime yapmaya başlayınca bir garip oldum. Bu kadar uzak olmamız üzücü bir şeyken o sırada kendimi böyle bir şey yaparken bulmak çok hoş bir duyguydu. Onları anlamaya çalıştım biraz da kendimi sorumlu hissetmek istedim. Ve bana göre önemli olan doğru, yanlış, eksik, fazla olan değil; daha fazla bir şeyler yapmak için harekete geçmekti. 

Demek istediklerimi daha iyi anlatabilmek ve daha iyi hissedebilmemiz için sizinle bir video paylaşmak istiyorum. Milyonlarca kez bu videoyu dinleyip, izleyebilirim; umarım size de bir nebze olsun bana hissettirdiği duygulardan en az bir tanesini hissettirir. Keyifli dinlemeler http://www.youtube.com/watch?v=Uuxt5a7d_mA

                                                                                                           Elif Duruk'tan sevgilerle..

FOBİLERİMİZ


                                                              
Fobi için korkunun bir çeşidi diyebiliriz. Standart bir psikolojik terimler sözlüğü onu “ bazı belirli tipte nesnelere ve ya durumlara olan aşırı, neredeyse her zaman olan korku; geçerli sebepleri olmayan ya da kişi tarafından mantıklı olarak kabul edilen sebepleri olmayan sürekli korku” ( English & English, 1958 ) olarak tanımlar. Başka bir standart sözlük ise fobiyi “ çoğu kez alı koyan, abartılmış bir korku” ( Webster’s Third International Dictionary, 1981 ) olarak tanımlar. Bu iki tanım fobiyi yalın halde açıklamıştır.

Bir kişinin, fobisi olan durum ve ya nesne ile karşılaştığında ve ya karşı karşıya kalmak zorunda olacağı hissiyatı olduğu zaman kalp çarpıntısı, baş dönmesi, hızlı nabız, mide bulantısı, nadiren baygınlık aynı zamanda ağız kuruluğu ve aşırı derecede titreme görebiliriz. Mümkünse fobik kişi, korkulan durumdan uzak durur ve bu yüzden yaşam aktivitelerini kısıtlar dememiz çok yerinde olur. Eğer kişi o durumdan uzak duramaz kaçınamaz ise, nadir olarak fobisinin üstesinden gelir ya da kaçınılmaz sonuç ortaya çıkar: kronik anksiyete (kaygı).Fobik kişi, korktuğu nesne-duruma çok fazlaca abartılmış korku yüklediği için etrafındaki kişilerce de o nesne-duruma fobik kadar yoğun olmasa da korku beslemeye başlayabilirler. Böylece hem kendisinde hem de etrafındakilerde orantısız anksiyete deneyimlenebilir.

Fobiler çok iyi tanımlanamadığı için duyduğumuz diğer korkularımızdan ayırt etmek açıkçası pek kolay değildir. Çoğu fobik kişi, artık kaçınmaktan bıkıp usandıkları ve artık kaçınıp hayatı kısıtladıkları fark ettikleri için bu durumdan kurtulma arayışı içine girebilirler. Belirli bazı durumlarda fobik kişiler kendilerine yandaş fobikler bulduklarında ciddi oranda rahatlama yaşarlar. Bunun normal olduğunu, zaten o nesne-durumun korkunç olduğu için kaçındıkları konusunda birbirlerini teselli edip normalin korkup kaçınmak olduğunu düşünebilirler.

Ne zaman ki duyulan korku, hayatı kısıtlamanın doruğuna ulaşır da kişiyi mutsuz etmeye başlarsa profesyonel yardım alma arayışı içinde girerler. Fobisi olan kişilerle özdeşmek ve ya alay edip kırıcı olmak yerine anlayışla karşılayıp, duyduğu korku anında destek ve korku giderici çözümler bulabilirsek etrafımızdaki insanlara hem daha yardımcı olabilir hem de daha az korku ile durumdan kurtarmış olabiliriz.

Kaynak: Aaron T. Beck, M.D. ve Gary Emery, Ph.D - Anksiyete Bozuklukları ve Fobiler.         
                                                                                                     
                                                                                                            Tuba Karaduman





AŞKIN CELLADI




         

    Doğmak,büyümek ve yitip gitmek..
Irvin D.YALOM bu üç konular üzerine öyle takılı kalmışki bu eserini tamamen içindeki her bir hikayaye işleyerek bizlere sunmuş.
İçinde birbirlerinden farklı kişiliklerin farklı hikayeleri bulunmaktadır.
Bunlar:
''Aşkın Celladı''
''Tecavüz Yasal Olsaydı''
''Şişman Bir Hanım''
''Yanlış Çocuk öldü''
''Benim Başıma Geleceğini Hiç Düşünmemiştim''
''Usulca Gitme''
''iki Tebessüm''
''Üç Açılmamış Mektup''
''Terapide Tek Eşlilik''
''Sahibini Arayan Düşler''




Psikoterapist Irvin D. Yalom’un bu kitapta ısrarla değindiği yalnızlık, ölüm korkusu ve  yaşama amacını yitirme gibi, hiçbirimizin görmezden gelemeyceği  temel insanlık rollerine dair kaygılarından rahatsız olan hastalarıyla yaptığı çalışmalardan seçtiği hikayelerinden oluşmaktadır.
 ''Dr.Yalom bu öyküleri aktarırken, bir insan olarak psikiyatrın terapi sürecinde karşılaştığı güçlükleri de, duygusal ve sürükleyici bir dille anlatıyor.''
Ve çoğu zaman Yalom'un hastalarıyla birlikteyken onlar anlatırken, kendi içine dönüp eleştirel bir şekilde kendini incelemeside dikkat çekmekte..

Kitap parça parça hikayalerden oluşmasından kaynaklı anlatımımdan sizi tam anlamıyla doyuramadığımı hissettim.Bu yüzden sizlere kitabın önsözünden bir miktar paylaşırsam belki okumaya dair fikirleriniz birz daha hareketlenebilir : )

                                                                  Önsöz
Şöyle bir sahne düşünün: birbirlerini tanımayan üç dört yüz kişiye çift çift ayrılmaları ve eşlerine şu bir tek soruyu tekrar tekrar sormaları söyleniyor: “Ne istiyorsun?”
Daha basit bir şey olabilir mi? Masum bir soru ve onur yanıtı. Oysa ben, bu grup alıştırmasının beklenmedik güçte duygular uyandırdığına defalarca tanık olmuşumdur. Çoğu kez birkaç dakika içinde oda yoğun bir heyecanla sarsılır. Erkekler ve kadınlar  hem hiç de çaresiz ve yoksul olmayan, başarılı, sağlıklı, iyi giyimli, yürürken ışıltılar saçan İnsanlar  ta derinlerinde çalkantılar yaşarlar. Sonsuza dek yitirmiş oldukları kişilere  ölmüş ya da yanlarında olmayan anne ve babalara, eşlere, çocuklara, arkadaşlara  seslenirler: “Seni tekrar görmek istiyorum.” “Sevgini istiyorum.” “Benimle gurur duyduğunu bilmek istiyorum.” “Seni sevdiğimi ve bunu sana hiç söylemediğim için ne kadar pişman olduğumu bilmeni istiyorum.” “Dönmeni istiyorum  Öyle yalnızım ki.” “Hiç yaşamadığım çocukluğumu istiyorum.” “Sağlıklı olmak, yeniden genç olmak istiyorum. Sevilmek, sayılmak istiyorum. Yaşamımın bir anlamı olsun istiyorum. Bir şey başarmak istiyorum. Umursanmak, önemli olmak, anımsanmak istiyorum.”
Ne çok istek. Ne çok özlem. Ve ne çok acı, yüzeye ne kadar yakın, yalnızca birkaç dakika derinde. Yazgı acısı. Varoluş acısı. Hep orada olan, yaşam zarının hemen altında sürekli uğuldayan acı. Ulaşılması böylesine kolay olan acı. Pek çok şey  basit bir grup alıştırması, birkaç dakikalık derin düşünce, bir sanat yapıtı, bir vaaz, kişisel bir kriz, bir kayıp  bize en derindeki isteklerimizin hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini anımsatır: genç kalmak, yaşlanmayı durdurmak, yitirdiğimiz insanların dönmesi, ebedi aşkı bulmak, himaye edilmek, anlam ve önem kazanmak, Ölümsüzlüğe kavuşmak.
Ne zaman ki bu ulaşılmaz istekler tüm yaşamımıza egemen olur, o zaman yardım almak için aileye, dostlara, dine  bazen de psikoterapistlere  yöneliriz.
                                              
             Ölümü bir korku gibi değilde,bir kavuşma anı gibi görmeniz dileğiyle..
                                                                           
                                                                                                 .. Kevser Aparı'dan sevgilerle..

MÜZİĞİN TADI



Ey Şûıh-i Sertab Ey Dürr-i Nâyâb’dan adını alan sevilen şarkıcı, 2003 Eurovision birincisi Sertab Erener farklı bir albümle karşımızda. Ne varsa eskilerde var derler. Nede doğru söylerler. Anneanne ve dedelerimizin sonrasında anne ve babalarımızın dinlemekten keyif aldığı Türk Sanat Musikisinin sevilen eserlerinden 15 parçayı bir albümde derlemiş Sertab Erener. Dinlemekten keyif alacağınızı düşündüğüm bir albüm. Birçok müzik türünden ziyade Türk Sanat Müziği insanda hoşluklar bırakmakta, ruhumuza huzur katmaktadır.

Tüm müzik marketlerde rahatlıkla bulabileceğiniz bu albümü dinlemenizi tavsiye ederim.

                                                                                                                   Feza Oktay’dan Sevgilerle.

MİNİK GİZLİLİKLER



Bu ay ruhsal gelişim evrelerinin en önemlilerinden eğitim ve öğretim evresini ele alalım. Bu evreye bazı kuramcılar latent (gizlilik) demişlerdir. Çoğu bilim adamının araştırmaları ve söylemlerine göre bu dönemde de cinsel yapılanmanın aynı hızıyla devam ettiği görülmüştür. Çocuğun önceki dönemlerden olumsuzluklarla dolu yaşanmışlıkla ile bu döneme girmiş ise bu dönemde o olumsuz etkilerin izlerini sürdürecek, muhtemel olarak kişilik örgütlenmesindeki bu çatlakların daha da derinleşmesi kaçınılmaz olur. Tüm bunlardan sonra çocuğun şansı var ise okul hayatında iyi bir eğiticiye denk gelirse olumsuz yaşanmışlıkları iyi yönde değişir ve olumlu olarak ilerleyebilir.

Okul çağına gelmiş çocuklar genel olarak ailesi tarafından koşulsuz sevilip korunurlar. Mutlu hissettirilen çocuk yaptığı her işi, becerilerini etrafı tarafından önemsenmesine alışmıştır. Bu evrede eve gelen yaşıtları ile oyuncaklarını, eşyalarını paylaşırken rekabet duyguları, narsist (bencil) istekleri, güç ve iktidarı kullanma yönündeki istekleri çatışmalara yol açmaya başlayabilir. Her çocuğun bu çatışmalar sonrası kendini haklı ve önemli olduğu duygusunun sardığını söylemek yanlış olmaz. Bu dönem içerisindeyken çokça rol denemeleri yapar. Sebebine zeki olma isteği diyebiliriz çünkü sınıfta zeki ve çalışkanlar sevilir. Eğer çocuğun biyolojik olarak zekası yetersiz, azimsiz ve ya kararlı değil ise mücadeleden vaz geçip kendisini var olma arayışına yöneltir. Bu bilinç dışı bir süreçtir.

Çocuk yetilerini (özgüven, vb.) kazanamamışsa ağır hüsranlarla dolu bir süreç başlamış demektir. Kendi yetilerini kazanabilmesi için toplum önünde becerilerini sergilemesine müsaade etmek ve bastırmamak atılabilecek en büyük adımlardan biridir. Çocuğa kendini ispatlayacak ortamı oluşturmak yine ebeveynlere düşmektedir. Örneğin; milli sporcu olacağına inanan bir çocuğu iyi olduğu spor alanına yöneltmek gibi.

Gelelim okul günlerine. Eğitmen tarafından sınıf içerisinde aşağılanıp alay edilen bir çocuğun sınıfında ki kendi kişilik örüntüleriyle gelen diğer çocuklar bu çocuğun sorunlarını daha da derinleştirerek onunla alay edip, aşağılayabilirler. Aşağılık kompleksinin derinleştiği, yetersizlik duygularının doruğa ulaştığı anlar yaşayan bireyler her yaptıkları hatalarda bu hisleri duyacaklardır diyebiliriz. Hayatta kalmak için arkadaşlarına acımasız davranabilirler ve ya bireysel zaaflarını yansıtarak kendileri kurtarmaya çalışırlar. Bu durum onları daha da dibe çekebilir.

Gördüğümüz üzere hayatımızdaki en büyük yanlışlıklar en minik gizliliklerin içerisinde saklı olarak kişiliğimizdeki ilk kırılmalarıoluşturur. Kimimiz benliğimize karşı koyamadan etrafımızdakileri aşağılayıp dururuz tıpkı eğitimcilerimizin bizi aşağıladıkları gibi. Kimimiz etrafımızdakileri bir aşağılar bir yüceltiriz tıpkı bir önceki gün yüceltip bir sonraki gün bizi aşağılayan eğitimcilerimiz gibi. Kimilerimiz ise hiçbir fikir beyan edemeyen küçük köleciler gibi denilenleri yapmak zorunda hisseden bireyler olur, pek fazlaca arkadaş edinemeyiz, belki de sebebi sürekli itilip-dışlanmış olmamızdan kaynaklanıyordur. Unutmamak gerekir ki ilk eğitmenlerimiz anne ve babalarımızdır.
Kaynak: Tahir ÖZAKKAŞ – Bütüncül Psikoterapi
                                                                                                                   Tuba Karaduman





LOKMA







      Bu ay size boğazı karşınızda bir tablo gibi resmeden lokma cafe'yi tanıtıcam.Neresinden baslasam anlatıma manzarası mı, dekorasyonu mu, menüsü mü..


 Sabah 06.00'dan gece 01.00'e kadar açık olan mekan, Dünya ve Türk Mutfağı'ndan örnekler sunuyor. Menüsündekikaşık kaşık lokmalar,minik lokmalar,yeşil lokmalar,iki dilim arası lokmalar ve ana lokmalar üzere 5 ayrı dala ayrılmış bulunmakta..
Özellikle kahvaltısıyla insanların aklında kalan mekan bence yemeklerindeki sunum şekli ve damakta bıraktığı farklı birleşimlerin bir arada olduğu tadlarda da gayet başarılı..


 Gelelim mekâna öyle farklı bir konsept sunmuş ki bize mekan sahibi bir yandan yeni yüzyılın rahat mobilyalarına kavuşurken bi yandan da etrafa serpiştirilmiş olan eski eşyalarla hoş kareler nakşedioruz zihnimize.









Umarım gidenler için burunda hafif bir tütme gitmeyenler için ise akılda en yakın zamanda yapılacaklar listesinde yer aldırabilmişimdir..
Olurda yazımı okuduktan sonra giderseniz,biraz da benim için kurulun ve o güzelim denizi süzmenin tadını çıkarın = )








                   Aaaaa unutmadan Ramazanda da iftar ve sahur menüleriyle bizleri beklemekteler =))

                                                                                              Şimdiden keyifli gezmeler..
                                                                                                               ..Kevser Aparı'dan sevgilerle..

MÜZİK PSİKOLOJİSİ


Müzik hepimiz için hayatimizin vazgeçilmezlerinden.. Yapılan çalışmalar müziğin ayni dil gibi tamamen insanlara özgü olduğunu gösteriyor. Bazı kuş çeşitleri, yunus ve balinalar ses dizelerini öğrenme ve taklit etme kapasitesine sahip olsa da müzik yapma kabiliyeti tamamen bizlere özgü gibi görünüyor. Araştırmalar beynimizde bir çok müzik merkezi olduğunu ve bu merkezlerin müziğe adeta bir orkestra gibi bir arada çalışarak tepki verdiklerini gösteriyor. Ayrıca müzik dinlediğimizde beynimizin yemek ve cinsellikle bağdaştırılan ödül merkezleri aktive oluyor. Yani müzik gerçekten içimizde. Peki neden?

Yaşamımızı sürdürme ve üreme açısından direk bir avantaj sağlamamasına rağmen fizyolojimize bu kadar derin işlenmiş olması müziği evrimsel psikolojinin ilgi odaklarından biri yapıyor.. Bazı görüşler müziğin ayni anda birçok kişiyi etkileyebildiği için hayatımızda bu denli büyük bir yer kazandığından bahsediyor. Müziğin -ordu bandosu mantığıyla- grupların avlanma ya da savaş sırasında ruh halini ve davranışlarını koordine edebildiği ve bu faydası sebebiyle varoldugu öne sürülüyor. Günümüzde ise müziğin bu sosyal yönü oldukça farklı bir hal almış durumda. Artik müziği çoğunlukla etrafımızdakilere bağlanmak için değil kulaklıklarımızı takip kendimizi soyutlamak için kullanıyoruz. Yine de ayni müzik türlerinden hoşlanan insanlar arasında anında oluşan yakinlik ve konser alanlarında paylaşılan ortak coşku müziğin sosyal gücünü destekliyor.
Müziğe dair ilginç olan bir noktaysa neredeyse tüm kültürlerde müzik sistemlerinin benzer özelliklere sahip olması. Nota sistemleri aslında tamamen matematik üzerine kurulu ve uzun bir sure boyunca Avrupa eğitim sisteminde müzik matematiğin bir alt dali olarak görülmekteydi. Müzik notalarının arasındaki oranlara bağlı olarak dünyanın neresinden olursa olsun insanlar hemen hemen ayni nota kombinasyonlarını hoş ya da rahatsız edici buluyorlar. Thomas Fritz ve ekibinin (2009) Kamerun’da bati müziğini daha önce hiç duymamış bir kabile üzerinde yaptığı testler, müziğin teknik özellikleri yani sıra duygusal içeriğinin de evrensel olduğunu gösterdi. Kabile üyeleri daha önce hiç duymadıkları bati müziğinde hangi şarkıların mutlu, üzgün yahut korku verici olduğunu başarıyla tespit edebildi.

Müziğin gelişim üzerindeki etkileri ise tam olarak anlaşılabilmiş değil. “Mozart etkisi” olarak bilinen hamilelik sırasında klasik müzik dinlemenin bebeğin zekâsını geliştirdiği iddiası bilimsel bir çalışmanın magazinde çarpıtılması sonucu ortaya çıkmış ve aslında doğru değil. Okul çağında çocuklara müzik dersi aldırmanın disiplin ve çalışma etiği açısından faydaları olsa da okul başarısına net bir olumlu etkisi olup olmadığı konusunda tartışmalar sürüyor.

Müzik terapisi ise başlı başına bir yazı konusu olup, kimi vakalarda konuşma terapisinden çok daha iyi sonuç verdiği gözlenmektedir.Faydası olsa da olmasa da müzik dinlemenin eşsiz bir keyif olduğu tartışılmaz. Bu yüzdendir ki müzik psikolojisi, psikolojinin hızla gelişmekte olan bir alanı haline geldi.  Müzik psikolojisi alanındaki anahtar sorular ve araştırmalar hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz “The Music Instinct” adli belgeseli izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.

Belgeselin resmi web sitesi: http://www.pbs.org/wnet/musicinstinct/

                                             İrem Nur Önay'dan sevgilerle

MİTOLOJİ


Bu ay biraz farklı bir konuyla karşınızda olmak istedim. Mitoloji…

Mitoloji kelimesi, yunanca mythos ( masal - hikâye ) ve logos ( söz ) kelimesinden meydana gelmektedir. Çok eski zamanlarda yaşamış olan uygarlıkların inandıkları; perilerin, tanrıların, devlerin, kahramanların ve daha nicesinin anlatıldığı hikâyelerdir. Mitolojilerde geçen tüm hikâyeler hayal ürünü değildir. Yapılan kazı çalışmaları sonucunda birçok mitin gerçek olduğu belgelerle saptanmıştır.
Sizlerle paylaşmak istediğim, klasik Yunan mitolojisinde günebakan çiçeğinin ilginç hikâyesi.


 


Apollon (Latince: Apollo) mitolojide; sanatın, ateşin, şiirin, okun, hekimliğin, gerçeğin, güneşin ve daha birçok şeyin tanrısı olduğuna inanılır. Zeus ve Leto'nun oğlu, Artemis'in ikiz kardeşidir. Ayrıca adı değişmeden, Roma mitolojisine geçen tek tanrıdır. Altından bir lir (Arp ailesinden, tarihi M.Ö. 9. Yüzyıla kadar giden telli, antik bir çalgı.) çalar.


Günlerden bir gün Apollon, ormanda gezerken güzeller güzeli bir peri kızına rastlar. Çapkın bir tanrı olan Apollon bu peri kızına âşık olur. Her gün onu takip eder. Liriyle ona müzikler çalar. En sonunda güzel peri kızını kendisine âşık eder. Peri kızının gözleri ondan başkasını görmemektedir. Beraber hoşça vakit geçirirler. Her gün bir sonraki günün doğuşunu bekler peri kızı. Öyle bir gün gelir ki; Apollon peri kızından sıkılır ve kendisinden ayrılmak istediğini söyler. Peri kızı adeta yıkılmıştır. Gözyaşlarına boğulur. Hızlıca koşarak Apollon’un yanından uzaklaşır. Kendini okyanusun serin sularına bırakır ve boğularak can verir. Öldüğünde Zeus’un karşısına çıkar. Zeus: “Kendini Apollon için feda ettin. O’nu bu kadar çok mu seviyorsun?“der. Peri kızı hiç tereddüt etmeden “Yeryüzüne tekrar insem yine O’na âşık olurdum.“ der. Zeus bu duydukları karşında etkilenir ve bir karar verir.“Seni yeryüzüne günebakan çiçeği olarak geri gönderiyorum. Apollon gökyüzünde belirdiğinde yüzün O’na dönük olsun ta ki gün batana kadar.“der. İşte o gün bugündür günebakan çiçeği güneşi takip eder. Güneş battığında ise; boynu bükülür.





Bu ve bunun gibi birçok mitolojik öyküyü Şefik Can’ın Klasik Yunan Mitolojisi kitabında bulabilirsiniz. İster inanın isterseniz yüzünüzde biraz tebessüm biraz şaşkınlık bırakan bir ifadeyle hoşça vakit geçirin.

Feza Oktay’dan Sevgilerle.

SİNETERAPİ




Her ay yaptığımız gibi bu ay da sineterapi sayfamızda bir film önerimiz oldu. Fakat bu ay önerdiğimiz film herhangi bir araştırma sonucu elde edilen değil de kişisel olarak tavsiye ettiğimiz bir filmdir.

Biz izlediğimizde gerçekten bize kendimizi iyi hissettiren, oturup bazı şeyleri düşünmemizi sağlayan bir film olduğunu fark ettik. Kendine zaman ayırmanın ne demek olduğunu anlatan en iyi filmlerden biri olduğunu düşünüyoruz. 

Sizlere film hakkında ufak bir bilgi vermeye çalıştık. Umarım tavsiye ettiğimiz Tatil filmini siz de beğenirsiniz.




                                                   THE HOLİDAY (TATİL)

2006 ABD yapımı bir filmdir. Yönetmenliğini Nancy Meyers yapmıştır. Başrollerde Kate Winslet,Cameron Diaz, Jude Law ve Jack Black yer almaktadır. 

Filmin konusu; Farklı iş alanlarında başarılı iki kadın.. Ortak noktaları ise; ikisinin de aşk hayatları berbattır, biraz değişiklik ararlar ve internette buldukları ev takas sitesinden birbirlerinin evlerini kiralarlar. İşte bütün hikâye bundan sonra başlamaktadır.
                                                                                                                Keyifli izlemeler  
                                                                                             Feza Oktay'dan ve Elif Duruk'tan sevgilerle

DOKU SANAT ATÖLYESİ


Herhangi bir sanat dalına yönelme gereksinimi hissettiğimizde veya fark ettiğimiz bu dönemde anladık ki bize göre sanat toplum içindi. Tamamen kişinin kendisine ayırdığı zamanla birlikte ruhun beslendiği bir etkinlikten oluşmaktadir.

İnsanlar kendine zaman ayıramamaktan uzun süredir mutlu olarak, huzurlu olarak bir şeyler yapamamaktan yakınıyorlar. Bize göre kendine zaman ayırmanın, huzurlu zaman geçirmenin yollarından biri de sanatla ilgilenmekten geçer. Sanat türünün ne olduğu, nerede veya ne zaman olduğu hiç önemli değildir ki çoğu insan kursa gitmeye zamanım mı var diyerek cümleye başlar.Bu işi kurs olarak görüyorsanız tabi ki de zamanınız olmaz. Kendinize ayırdığınız bir zaman olarak bir mekan olarak düşünün. Kendinize ait doğru sanat alanını bulduğunuz zaman ruhunuz beslenmeye başlayacak ve ruhunuz beslendiğinde ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınız. Elinizdeki işi yetiştirme çabası olmadan bir ödevmiş gibi algılamadan sadece kendiniz için rahatlamanız için belki de daha sağlıklı ve sakin düşünebilmeniz için kendinizi o işe verdiğinizde tadına doyamayacaksınız. Belki çok emin bir şekilde yazıyor olabiliriz ama biz bunu denedik ve yaşadığımızı yaşamayan bir insan düşündüğümüzde hayatını nasıl tatlandırıyor diye merakta etmiyor değiliz.
Kendine zaman ayırmak, kendine yönelmek Dünya'nın en zor durumlarından biridir fakat sanatla birlikte bunu yapmaya çalıştığınızda durum daha kolay ve daha tatlı bir şekil alır. Bu tadı keşfettiğinizde ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınız.





Bir sanatla uğraşmaya karar verdiğinizde bize göre dikkat etmeniz gereken en önemli şeylerden biri gerçekten isteyerek, mutlulukla, sizi kasmadan bu işi yapmaya çalışmaktır çünkü bu sadece size ait bir şey ve sizde o işe kendinizi ait hissetmeniz gerekir. Belki bir bebek gibi besleyeceksiniz belki bir bebek gibi besleneceksiniz belki de törpüleneceksiniz; bu yüzden içinize sinen bir tercih yapmalısınız.
Çok sanat evi gezen ve bir çok sanat dalıyla ilgili bilgi edinmek için çabalayan biri olarak geçenlerde bir yer gördük. Girişiyle dikkatimizi çeken Doku Sanat Atölyesi ni sizlerle de paylaşmak istedik. İçeri girdiğimizde dış görünümüyle bizi etkileyen bu havanın içeride de devam etmesi ayrı bir memnun kalma sebebimizdi. İçeri de sizi hoş bir müzik sesi karşılıyor ve hemen baktığınızda kimi insanın yağlı boya, kimi insanın kara kalem için çalışma yaptığını ve kimi insanında üniversiteye hazırlandığını göreceksinizdir.


Bu güzel ortamı kuran Hacettepe Üniversitesi Resim/İç Mimarlık bölümlerinden mezun olan atölyenin sahibiyle görüştükten sonra Doku Sanat Atölyesi'nin gerçekten büyük uğraşlar sonunda açıldığını anladık. Şunu belirtmeliyiz ki içeride ki ortam buna değerdi. İçeri girdiğinizde size ait bir mekan gibi hissediyorsunuz; belki ev gibi belki de sizin kendinize ayırdığınız bir oda gibi düşünün. Doku Sanat Atölyesi'nin zaman kaybettiren değil zaman kazandıran bir mekan olduğunu düşünüyoruz. İçerisinde yağlı boya ve kara kalem dahilinde seramik, heykel, ebru, hobi kursları, grafik tasarım, endüstriyel tasarım, animasyon, görsel iletişim tasarımı ve içerisinde üniversiteye hazırlanan çalışma grupları bulunmaktaydı. Önemle belirtmek isteriz ki gerek gün gerek saat gerekse ücret olarak olsun; hem esnek hem rahat hem de uygun ücretle eğitim veren nadir sanat atölyelerinden bir tanesiydi.

Biz çok beğendik, umarım sizler de beğenirsiniz özellikle kendine zaman ayırmak isteyen herkesin bir göz atmasını önemle tavsiye ederiz.

İlgilenenler için; detaylı bilgi : http://dokusanatatolyesi.com/
https://www.facebook.com/dokusanat

                                                                                       Tuba Karaduman & Elif Duruk'tan sevgilerle..