26 Mayıs 2013 Pazar

SOHBETE DOYUM OLMAZ


Saygı duyduğum insanların başında yer alan Mutlu Hoca'm, alçak gönüllülükle sorduğum sorulara cevap verdi. Bir çok başarılı işe imza atan Mutlu hoca (ben kendisine bu şekilde hitap ediyorum.) kendisini anlatmaktan hoşlanmadığını dile getirerek bu görevi bana bıraktı. Perihan Mutlu HACIOSMAN kimdir? diyerek ropörtajıma geçiyorum. İyi okumalar dilerim.

Psk.Feza OKTAY

Perihan Mutlu HACIOSMAN 
23.09.1961 İstanbul doğumlu olan Uzm. Klnk. Psk. P.Mutlu HACIOSMAN üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nde ( 1980-1984) yılları arasında bitirmiş.
Yüksek lisansını da İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim Dalı (1991-1993) tarihleri arasında tamamlamıştır.
 Tez konusu: “Simülasyon (Temaruz) yapan suçlularda kişilik profilinin araştırılması” Tez Danışmanı Prof. Dr. Ertaç İlkay
Son derece başarılı bir iş profili olan Uzm. Klnk. Psk. P. Mutlu HACIOSMAN ’nın tecrübeleriyse şöyle;
       I.            1985-2003 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, Psikoloji Laboratuarı, Erkek servisi, Adli Psikiyatri Bilim Dalı (1994-1997)
    II.            1998-2000 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Akciğer ve Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Sigara Bıraktırma Polikliniği kuruculuk ve işlevsellik kazandırma görevi.
 III.            1998-2001 Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi 1. Sınıf “Davranış Bilimlerine Giriş” dersleri
 IV.            2003-2005 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, Cinsel Fonksiyon Bozuklukları Polikliniği kurma ve aktif olarak çalışma görevi.
    V.            Psikoloji öğrencilerine ve Psikoloji mezunlarına Psikolojik Testler ve Psikoterapi yöntemleri ile ilgili eğitimler vermek ( 1997- …)
Görev aldığı çalışmalardan bahsetmek gerekirse;
·         Organik Olmayan Baş Ağrısı Vakalarının Çok Yönlü Bir Psikiyatrik Değerlendirilmesi. Dr.M.Kerem Doksat, Psk.Betül Yeler, Psk.Mutlu Hacıosman.Yeni Symposium Dergisi Temmuz 1993, yıl 30, sayı 3 ayrıca III.Uluslararası Ağrı Kongresi’nde tebliğ edilmiştir (3-5 Ekim 1991, İstanbul)
·         Ankilozan Spondilit ve Diabetes Mellitus teşhisi almış hastalarda SCL-90 yardımıyla ruhsal belirti tarama sonuçları. Dr.H.Cemal Kocabaşoğlu, Dr.Neşe Kocabaşoğlu, Dr.Dilşad Sindel, Psk.Mutlu Hacıosman,Dr.Ender Karaca, Dr.Göksel Somay. Symposium dergisi, Temmuz-Ekim yıl 1993, sayı 31, sayfa 3-4
·         The Relationship Between Diabetics’ Metabolic Control Levels and Psychiatric Symptomatology.A.Songar, N.Kocabaşoğlu, İ.Balcıoğlu, E.Karaca, C.Kocabaşoğlu, M.Hacıosman, G.Somay. İntegrative Psychiatry An İnternational Journal for the Synthesis of Medicine and Psychiatry. Volume 9, Number 1, 1993.
·         Premenstruel gerilim sendromunda prolaktin, depresyon anksiyete. Uzm.Dr.Neşe Kocabaşoğlu,Psk.Mutlu Hacıosman, Dr. Feray Karaali, Uzm.Dr.H.Cemal Kocabaşoğlu.
·         Birinci Uluslararsı Adolesan Çağı Kadın Sorunları ve Yeni Yaklaşımlar Kongresi, 25-29 Ekim 1992,  Antalya, Türkiye.
·         Mental Etkinlik Ve Hipoglisemi. Uzm. Dr.Neşe Kocabaşoğlu, Doç.Dr. İbrahim Balcıoğlu, Uzm. Psk. Mutlu Hacıosman. Yeni Symposium Dergisi, 1994.

*Neden İçGözlem? ve Psikolojik Testler Derneğini kurmanızdaki amaç.
M.H. Önce içine bakıp içini gözleyeceksin, başkasını gözlemek kolay. Önemli olan tarafsız bir gözle kendinin kendi iç dünyanı gözlemleyebilmek.
Derneği kurma nedenimizde o yıl benden eğitim alan genç arkadaşların eğitimlerimizi daha ciddi bir çerçeveye oturtmak adına ortaya böyle bir fikir atmalarıyla başladı. Sonrasında da bir araya geldik ve derneğimizi kurduk.
*Psikolojiyi seçme nedeniniz?
M.H. Lise 2. sınıftaki psikoloji öğretmenimizin renkli ve keyifli anlatımı, hayatın içinden verdiği örnekler o güne kadar belki de adını dahi duymadığım bu mesleğe karşı bende yoğun bir sempati uyandırdı. İnsan olarak hocamızı da seviyor olmam, bu kararımı daha da pekiştirdi. O günden sonra da başka meslek düşünmedim. Üniversite sınavlarına üst üste 2 yıl girmem gerekti. Her ikisinde de ilk 4 tercihim psikoloji ve o zaman ki ismiyle pedagojiydi. 
*Günümüze kadar yazmış olduğunuz kitaplar arasında sizi en çok zorlayan kitap/kitaplar hangileri?
M.H. Kitap yazmak çok büyük bir laf. Ben kendimi hala daha kitap yazmış kabul etmiyorum. Onlar tercümeye ve derlemeye dayalı kaynak kitaplar. Benim gözümde belki de bilimsel yayınlar olmaları nedeniyle böyle de olması gerekiyor. Benim kitap yazmaktan anladığım; teorik birikimlerimin yanı sıra deneyimlerimi ve uygulamalarımı paylaştığım bir eser olabilir. Ancak o anlamda çok ağır ilerleyen masalların psikanalitik yorumları üzerine bir çalışmam var. Ancak dediğim gibi kitap yazmak son derece uzun soluklu zaman ve sabır isteyen bir uğraş. Son 1 yıldır aklımdaki en büyük proje Kum Oyunu Terapisiyle ilgili deneyimlerimi ve birikimlerimi aktaracağım kitabımı yazmaya başlamak. Ancak sadece yazı yazmak gibi bir lüksüm olmadığı için yaptığım onca şey arasına sıkıştırmaya çalıştığım bu projenin hayata geçmesi biraz daha zaman alacak gibi. Yazarlık ya da bir şeyler yazmak sanırım zenginlere göre bir hobi.
(Mütevazı bir tavır sergileyen Sayın Mutlu Hanım’ın derlediği ve yazdığı kitaplar ise şöyle;
Rorschach Testi Nedir, Ne Değildir. Ocak 2005 Unutulmuş Evrensel Dili Anımsama Yolunda Semboller. Kasım 2006 - CAT ve L.Duss Psikanalitik Öyküler Testi. Tercüme ve Vaka Örnekleri  2.baskı 2008 - TAT (Tematik Algi Testi) Tercüme ve Vaka Örnekleri 2007 - Çocukta Oyunla Tanı ve Tedavi Geniş Kapsamlı Bir Çalışma 2007 - Evvel Zaman İçinde Masallar vardı. Mayıs 2008. - Evvel Zaman Testi. Mayıs 2008. - Wisc-R Rapor Örnekleri Kitabı 2011).

*Mesleki yaşantınız boyunca çalıştığınız vakalar nelerdi?
M.H. Ben mesleğe 1984 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Polikliniğinde başladım. Belli bir çıraklık döneminden sonra polikliniğe başvuran ve psikiyatrlar tarafından muayenesi yapıldıktan sonra psikolojik testler uygulanması istenen kişilere çeşitli testler uygulayarak başladım. O zamanlar fakülte bünyesinde çocuk psikiyatrisi henüz kurulmadığından hem yetişkin hem de çocuk vakalarla çalışma fırsatım oldu. Ama ağırlık daha çok yetişkinlerdeydi. Yaptığımız testler ise; Rorschach, zeka testleri, Benton, Bender-Gestalt, WISC ( o zamanlar R’si yokmuş ve test İngilizce olarak yapılıyormuş).C.A.T. , Louisa Duss… gibi testler de uygulayarak daha çok işin mutfak kısmında çalışıyorduk. Yani teşhis konmasına yardım etmekteydik.1990’lı yıllarda Türkiye’de psikoterapilerin gündeme gelmesi ve popülarite kazanmasıyla beraber bende Emre KONUK’tan aldığım kısa süreli eğitimi sonrasında bana yönlendirilen vakalara psikoterapi yapmaya başlamış oldum.
*Yetişkin ve çocuklarda en sık görülen semptomlar nelerdir?
M.H. Yetişkinlerde en sık görülen sendrom çağımızın hastalığı olan depresyondur. Depresyonu; panik bozukluk ve OKB (Obsesif Kompulsif Bozukluk) izlemektedir. Bunlar eski adıyla nevrozlar grubuna dâhil olan hastalıklardır. Ayrıca şizofreni ve duygulanım bozukluğu dediğimiz psikotik rahatsızlıklar mevcuttur. Bu rahatsızlıkların tedavisi söz konusu değildir. Semptomları ilaç tedavisiyle kontrol altında tutmak mümkündür. Son hastalık grubu olan kişilik bozukluğu ise; 1980’li yılların başında popülarite kazanmış özelliklede Borderline, Narsistik ve Histerik Kişilikbozuklukları sık konulan tanılar arasında yerini almıştır. Kişilik bozukluklarıyla ilgili zaman zaman kafamıza takılan en belirgin soru; ‘Böyle birden mantar gibi yerden biten bu hastalıkların daha önce var olmadığını yoksa tanımlanamadığımıdır.’
Çocuklara geldiğimizde 1990’lı yıllardan itibaren çocuk psikiyatrisi büyük ilerleme kaydetmiş, daha önceleri literatüre geçmiş olan psikoz vakası çocukların yaşı 9 civarındayken bu yaş ortalaması4 yaşa kadar inmiştir. Ayrıca yine 1990’lı yıllarda DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) en çok konulan tanılar arasında yer almıştır. Ve bu durum günümüzde de devam etmektedir. Ancak DEHB’nun bu kadar sık ve gelişigüzel konulan bir tanı haline gelmesi zaman zaman yanlış teşhis ve tedavilere de yol açmıştır. Özellikle de psikotik çocukların DEHB tanısını sonradan aldıkları fark edilmiştir. 2. sırayı ise; DEHB’nun bir uzantısı da diyebileceğimiz Öğrenme Güçlüğü tanısı izlemektedir. Bunlardan başka; karanlık korkusu, gece yalnız yatmaktan korkma, okul fobisi, sınav kaygısı… gibi anksiyete bozuklukları olarak değerlendirebileceğimiz vakaların dışında OKB’lara çocuklarda da sıklıkla rastlanmaktadır. Özelliklede ebeveynleri bu sendroma sahip olan çocuklar risk altında bulunmaktadırlar.     
*Son zamanlarda mesleki anlamda yaptığınız yenilikler var mı?
M.H. 2006 yılında yayımladığımız OYUN TERAPİSİ Çocuklarla Yapılan Çalışmaların Tanı ve Tedaviye Yönelik Kullanımı Üzerine Kapsamlı Bir Derleme Çalışması kitabıyla birlikte oyun terapisi eğitimlerine de başladık. Ancak o dönemde sağlığım uygun olmadığından eğitimleri ben veremiyordum. Daha sonra bir müddet eğitimlere ara verdik ve o dönemde Jung’un takipçileri tarafından geliştirilmiş Jungian Kum Oyunu Terapisi ilgimi çekti. Yaklaşık bir yıl internette bu yöntemle ilgili araştırma yaptım ve veri topladım, daha sonrasında da gerekli materyalleri düzenleyip vaka kabul etmeye başladım. Bu yöntemin bana göre en güzel yanlarından bir tanesi yaş sınırlamasının olmaması ve aile danışmanlığı terapisinde de çiftlere uygulanabilmesidir. Bu ekolde minimalize edilmiş oyuncaklar kullanılmakta ayrıca eğer çocuk isterse havuzdaki kum ıslatılarak çocuğun hayal gücünü devreye sokmasına ve yaratıcılığını kullanarak kumdan bir takım nesneler meydana getirmesine olanak tanımasıdır.
*Hasta yakını olarak aileler nasıl bir yol izlemeli?
M.H. Aileler çocukları için yardım almaya geldiklerinde kendilerini oldukça huzursuz hissediyorlar. En büyük endişeleri de bizim tarafımızdan eleştirilmek ve günah keçisi ilan edilmek oluyor. O nedenle bu süreçte asıl görev bize düşüyor. Erken yorum vermek ailenin terapiyi yarıda bırakarak çocuğu bir daha getirmemesine neden olabiliyor. Oyun terapisi seansları sırasında çocuktan anne-babayla ilgili pek çok ipucu elde ediyoruz. İşin en kötü tarafı bu bilgileri ebeveynlerle paylaşamıyoruz. Çünkü insanların benimsediği bir yaşam tarzı ve davranış kalıpları söz konusu, kolay kolay bunlardan vazgeçmek istemiyorlar. Mevcut koşullar sürerken onları buraya getiren sorunları ortadan kaldırmamızı bekliyorlar. O nedenle aile sistemine dokunmak zaman alıyor. Oyun aracılığıyla kendini ifade eden belli bir semptomatik gerileme gösteren çocuğun ardından aileyi ele almak ve onların semptomlarıyla ilgilenmek daha doğru oluyor.
*Türkiye standartlarında psikolog olmanın + / - ‘leri neler?
M.H. Şimdi psikolog kavramı her ne kadar henüz meslek olarak kabul edilmese de biz dışa açık yaşayan bir toplumuz. Diğer kültürlerden çok fazla etkilenmek gibi bir huyumuz var. O nedenle de seyrettiğimiz film ve dizilerin çoğunun ABD yapımı olduğunu düşünürsek o film ve dizilerde psikolog ve psikiyatrisi kavramının toplumda yerleşmiş bir figür olarak karşımıza çıkması bizim insanlarımızın da bu kavramla tanışmasına katkı sağlamıştır. Meslekte 28 yıl geçirmiş biri olarak bu süre içerisinde çok fazla ilerleme kaydettiğimizi söyleyebilirim. O zamanlar şimdiki gibi çok fazla iş olanağı ve alternatif yoktu. Şanslı olanlarımız hastanelerde iş bulurken, diğer meslektaşlarım lise öğretmenliği ya da anaokulu müdürlüğü yapmaktan başka seçenekleri söz konusu değildi. Mesleğin yeterince tanınmaması nedeniyle o zamanlar insanlar psikiyatri yerine dâhiliye ve nöroloji gibi bölümlere gitmeyi tercih ediyorlardı. Birisine psikiyatrist veya psikologa git demek adeta hakaret sayılıyordu. Ancak zamanla bu olumsuz ön yardılar yıkılmaya başladı. Ve insanlar artık birbirlerine psikolog / psikiyatrist tavsiye eder olgunluğa geldiler.
*Size bu mesleği iyi ki seçmişim dedirten nedir?
M.H. Mesleğimin öncelikle benim için duygusal anlamda doyuruculuğu hep çok fazla olmuştur. Çünkü öyle meslekler vardır ki sevilmeden asla yapılamaz. Bu meslekler de özellikle malzemesi insan olan mesleklerdir. İnsanları sevmeyenlerin ne doktor, ne öğretmen, ne de psikolog olmaması gerekir. Çünkü burada koşulsuz sevmeyi bilmek gerekir. Önyargısız olmak gerekir. Böyle biri değilseniz kendinize bunları kaldıracak bir meslek bulmanız gerekir. Bu meslekte ilk iki yılınızı alan bir duyarsızlaşma süreciniz vardır. Bu da sizin empatiyle / sempatiyi birbirinden ayırmanızı sağlar. Bunu yapamazsanız, hastaya yaklaşımınızda tarafsız olamaz. Hastayla beraber ağlanıp-vahlanırsınız ki bunun hiç kimseye faydası olmaz. İlk yıllarda servis psikologu olarak çalıştığım günlerde iş çıkışı kendimi son derece depresif ve ağlamaklı bulduğum günlerin sayısı hiç de az değildir. Çünkü yatan hastalarla, ayakta tedavi gören hastalara daha içli dışlı olursunuz. Bana iyi ki bu mesleği seçmişim dedirten bir yaşantı yok. Birincisi duygusal yanımın ağır basması ve bu mesleğin de benim bu yanıma hitap etmesi en önemli nedendir. İkincisi de başkalarına yardım ederken aslında kendinize de yardım ediyor olmanız. Gördüğünüz vakalarla birlikte büyüyüp olgunlaşmanız. Bu mesleğin bize kattıklarından bir tanesi ancak bu her psikoloji mezunu ya da her psikolog için geçerli sanılmasın. Çünkü pek çok meslektaşımız kendilerini mükemmel olduklarına inandırarak gelişme ve ilerlemek adına pek de çaba sarf etmezler. Bu mesleğin en tehlikeli yanı aynı tıp doktorlarında görüldüğü gibi ‘tanrı kopleksi’ne yakalanmaktır. Bazılarımızın doğuştan bilimin de kabul ettiği iyileştirici kişilik özelliğine sahip olduğu söylenebilir. Ama yine de bu kendimizi geliştirmememiz için bir mazeret değildir. Geri dönüp baktığımda daha çok iz bırakan hastaların uzun yıllar kliniğimize yatıp çıkmış olan kronik hastalar olduğunu görüyorum. Yaptıklarımla övünmeyi sevmediğimden olsa gerek başarıyla sonuçlanan vakaları çok da net hatırlamadığımı fark ediyorum. Çünkü biz nezle, grip, apandisit gibi bir kerelik ya da zaman zaman nüks eden ve bir hafta da geçen hastalıklarla çalışmıyoruz. Bizim hastalarımız ya bizimle ya da bizden sonra defalarca yardım almak durumundadır. Biz onlarla şimdi ve burdayı paylaşıyoruz. Sonra rolümüz bitince sahneden çekiliyoruz. Sık sık söylediğim mesleğime bağlı olarak tek bir şey var o da insana dair duyacağım hiçbir hikâyenin ya da olayın beni şaşırtamayacak olması. Belki de uzmanların negatif enerji dediği şey seanslarda dinlediğimiz öykülerin barındırdığı insanın insana yaptığı acımasızlık, kötülük ve çirkinliklerin bir toplamıdır.
*Günümüzde eğitimleri suiistimal eden meslektaşlarımız oldukça fazla. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
M.H. Bu konuda benim ne düşündüğüm belki de en az önemli olan şey. Asıl önemli olan hala daha bu kavram karmaşasının alacakaranlık halinin devlet tarafından yasal düzenlemeye tabii tutulmamış olması. Günümüzde, piyasada eğitim duyuruları dönen pek çok isim şahsen tanıdığım ve benden aldıkları 7-8 saatlik temel eğitim sonrasında kendi danışmanlık merkezlerini kurup kendilerini eğitimci ilan eden kişilerdir. Son dönemde bir araya gelen her 7 kişinin dernek kurmaya başlamasından, derneklerin güvenilirliğinin ve saygınlığının yavaş yavaş yitirildiği görülüyor. Bütün bunlara ilaveten son dönemde yeni bir sahtecilik olarak insanların sahip olmadıkları unvanları, sahipmiş gibi duyurular yapmalarıdır. Mesela; adli psikolog doktor olan bir psikologun kendini klinik psikolog doktor olarak tanıtıp kendisinin hiç yaşamadığı bir hayat hikâyesi yaratmasıdır. Bunun iki nedeni olabilir bu kişi ya akıl sağlığını kaybetmektedir. Ya da bilinçli bir biçimde sahtecilik yapmaktadır. Yine bir takım ticari kaygılarla eğitimlere almamaları gereken meslek gruplarını da kabul ettikleri görülmektedir. Bütün bunlarla ben savaşacak değilim. Burada asıl sorumluluk ve mücadele siz genç meslektaşlarıma düşüyor. Eğer siz özlük haklarınızı korumaz, sahip çıkmazsanız bunu bir başkasından beklemek işin kolayına kaçmaktan başka bir şey olmayacak ve belki de bundan 3-5 yıl sonra siz kendinizi alan dışı bırakılmış bir halde bulacaksınız. Uygar toplumlarda hiç kimse kendi evinin önünü bir başkası süpürsün diye beklemez. O yüzden o toplumlar ilerlemiştir. Bizde mehteran takımı gibi 1 ileri 2 geri gidip geliriz sürekli.
                                                                                                             Feza OKTAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder